20 Aralık 2012 Perşembe

Kırklar


Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Şakir ve Zakir adında iki oğlu vardır. Zakir adı gibi sürekli hakkı zikirle meşgul salih bir evlattır. Şakir ise meyhaneden çıkmayan, ayık dolaşmayan biridir. Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri Zakir’i alır yanına birlikte bir yere gideceklerini söyler. Giderlerken bir meyhanenin önünde Zakir’e beklemesini söyler, içeri girer. Oğlu Şakir masa başında sızmıştır. Meyhaneciye, oğlunun ne kadar borcu olduğu sorar ve tüm borcu kapatır, dışarı çıkar ve Zakir’le beraber yola devam ederler. Babasının meyhaneden çıkmasının ardından Şakir uyanır, içtiklerinin borcunu ödeyip kalkacaktır. Meyhaneci, “borcun yok, baban ödedi” dediğinde, müthiş biri haya duygusu kaplar benliğini ve peşlerine düşer. İbrahim Hakkı Hazretleri ve Zakir bir uçurumun kenarındadır ve babası oğluna:
-Kırklar’dan biri vefat etti, atla, kırklara karışasın, der.
Zakir, onca ilme ve babasına duyduğu saygıya rağmen bir an tereddüt eder ve atlayamaz.
Tam o anda Şakir uçurumun kenarına gelir,
-Hakkını helal et baba, bismillah, der ve atlar.
Zakir’in şaşkınlığı arasında, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri o meşhur sözünü söyler:
Harabat ehlini hor görme zakir

Defineye malik viraneler var…

5 Ekim 2012 Cuma

Bilemiyorum...


 BİLEMİYORUM         

         Böyle bir yaşantı görmedi çağlar
         Yarın ne olacak  bilemiyorum
         Sade Anne değil Türkiye’m ağlar
         Yarın ne olacak bilemiyorum

                              Terör başı  evimizde  beslenir
                              Komut verir dağdakine seslenir
                              Maske giymiş düşmanlara yaslanır
                              Yarın ne olacak bilemiyorum

         Kolumuz  güçlüdür bükemiyorlar
         Nifak  tohumunu ekemiyorlar
         Büyük Türkiye’mi  çekemiyorlar
         Yarın ne olacak  bilemiyorum.

                               Dost dost diye  diye  doldular
                               Bir vücuttan kol bacağı böldüler.
                               Öldürdüler arkamızdan güldüler
                               Sonu  ne  olacak  bilemiyorum.
          
         Büyük Meclis birbirine uymuyor
         Vatan hasta iniltiyi duymuyor
         Ölenleri kimse öldü saymıyor
         Yarın ne olacak  bilemiyorum.

                               Adliyeler doldu  doldu taşıyor
                               Yargıç beyler ne yapacak şaşıyor
                               Haklı  haksız  hapislerde  yaşıyor
                               Sonu  ne olacak  bilemiyorum.

          İstiklal   Marşında “tüten  son ocak”
          Bu kutsal  Türkiye’m  bizimdir  ancak
          Bizi  bizden  başka  kim  kurtaracak
          Yarın  ne olacak  bilemiyorum

                               Aşık Kara bundan çok şeyler seçer
                               Allah  göstermesin  kalırız  naçar
                               Senlik  benlik  etme  iş işten  geçer
                               Sonu  ne  olacak  bilemiyorum.

Meşeli köyünden 87 yaşında  vatan aşığı Şavşat’lı Aşık Kara

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Alışkanlıklar...

Krallığın birinde insanlar arasında çok zalimlikler ve haksızlıklar yapılırmış.
Bur da bulunan insanlardan bir çoğu krallığı terk etmek zorunda kalmış.
Krallıktan kaçan bir grup yolda giderken bir başka krallığın önüne gelip,dertlerini anlatıp çok eziyet gördüklerini vs nöbetçilerle Paylaşıp içeri girmek istediklerini söylemişler.
Kapıdaki nöbetçi burası sizin geldiğiniz krallık dan daha kötüdür deyip hemen oradan uzaklaşmalarını sağlamış

Aynı krallığa bir başka grup gelip nöbetçiden kendilerini içeri almalarını söylemişler.
Nöbetçi muhafız sormuş sizin geldiğiniz krallığı bana anlatın demiş.
Onlarda bizim krallığımız bir harika idi.Kralımız ve insanlarımız çok güzellerdi.
Bizler başka güzel insanlarla tanışmak ve yeni dostluklar edinmek için sizin kapınızı çaldık derler veee muhafız burası tam istediğiniz yer demiş ve içeri almış

Diğer muhafız hayretler içinde arkadaşına sormuş.
Az önce gelenlere burasını kötüledin,bunlara ise buranın çok iyi olduğunu söyledin sebebi nedir diye sormuş

Cevap enteressan;
İnsanlar alışkanlıklarıyla birlikte dolaşırlar.O gelenler kötü bir krallıktan geldikleri için bizim bu güzel krallığımızda fitne , fesat,kavga çıkarırlar onun için onları içeri almadım der.
Sonra gelenler ise geldikleri yer harika ve güzelliklerle geldiler,onlarda bizim güzel krallığımıza kıymet katarlar,güzellikler getirirler onun için onları içeri aldım der.

Velhasıl

İNSAN ALIŞKANLIKLARINI İYİ EDİNMELİ.
GÜZEL HASLETLER BÜNYESİNDE BULUNMALI.
GİRDİĞİ TOPLUMDA KATMA DEĞERİ GÜZEL OLMALI.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Kahve Tadında Bir hayat Diliyorum...


DOSTLARLA İÇİLEN KAHVE TADINDA SAĞLIKLI VE MUTLU BİR GÜN VE ÖMÜR DİLİYORUM........

Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona
gore degişir***
Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun
ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreginin acısı
karışır***
Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği
kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının
kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir***

Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde
yüzer****

Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve
yalnızlıktır...Acıdır
tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır***

Sevdiğin için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az
şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu
büyülüdür... ***

Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır
insanın içini****

Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir,
unutturur günün ağırlığını*****
Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı
kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari
degişir...Her kahve aynı değildir bu yüzden...
Sizin kahveniz nasıl olsun ???
yazıyı okuduktan sonra canı kahve icmek isteyenler olabilir buyrun ..dost tadında ictiginiz kahveleriniz daim olsun, hakiki dostlarınızdan ayrılmamanız dileğiyle.......

13 Mayıs 2012 Pazar

Eğer...


  • Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
    İkincisinde, daha çok hata yapardım.
    Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
    Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
    Çok az şeyi
    Ciddiyetle yapardım.
    Temizlik sorun bile olmazdı asla.
    Daha çok riske girerdim.
    Seyahat ederdim daha fazla.
    Daha çok güneş doğuşu izler,
    Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
    Görmediğim bir çok yere giderdim.
    Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
    Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
    Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
    Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
    Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
    Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
    Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
    Gitmeyen insanlardandım ben.
    Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
    Eğer yeniden başlayabilseydim,
    İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
    Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
    Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
    Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
    Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
    ÖLÜYORUM...

    Jorge Luis BORGES

27 Nisan 2012 Cuma

Ağlayan yaşlı zat

Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Sultanahmet Camii’ne her gittiğinde orada iki gözü iki çeşme ağlayan yaşlı bir zata rastlamaktabundan çok etkilenmiş, bu yaşlı zatla aralarında geçen konuşmayı bizlere şöyle nakletmiştir:
Sabah namazlarını kılmak için Sultan Ahmet Camii’ne gidiyorum. Her sabah ne kadar erken gidersem gideyim, mihrabın bir kenarına oturmuş olan, saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adamı, ümitsizce bedbin bir şekilde durmadan ağlarken görüyorum.
O kadar ağlıyor ki, ağlamadığı tek bir dakikaya rastlayamadım. Bunun sebebini çok merak ediyordum. Nihayet bir gün o yaşlı zatın yanına sokuldum ve ‘Muhterem’ dedim,
“Niye bu kadar ağlıyorsun? Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu?” Yaşlı gözlerle bana baktı ve:
“Beni konuşturma! Neredeyse kalbim duracak,” dedi. Ben anlatması için çok ısrar edince başından geçen olayı ağlaya ağlaya şöyle anlattı:
“Efendim, ben Abdülhamid Han cennet mekânın devrinde orduda bir binbaşıydım. Emrim altında olan bir birliğim vardı. Bu askerî görevime annemin ve babamın vefatına kadar devam ettim. Fakat onlar vefat edince istifa etmek istedim. Çünkü bir hayli servetimiz vardı. Bu mal ve mülkün başında durmak, onların çarçur olmaması için gerektiği şekilde ilgilenmek gayesiyle, bir istifa dilekçesi yazıp Sadâret makamına gönderdim. Dilekçemde dedim ki: “Annem de babam da vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibarıyla bunlarla ilgilenecek, ticarî işlerin yürümesi için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet kabul buyurulursa, görevimden istifa etmek istiyorum.”
Bu dilekçeyi yazdıktan bir müddet sonra, doğrudan doğruya hünkârdan bana bir yazı geldi. Heyecanla gelen mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Öyle anlaşılıyordu ki, istifa dilekçem bizzat padişaha gönderilmişti. Ben istifa dilekçemi yenileyip, bir daha verdim. Fakat bana yine aynı cevap geldi. Bunun üzerine bizzat sultanın huzuruna çıkıp, kendisiyle şifâhî olarak görüşüp istifamı vereyim diye düşündüm. Abdülhamid Han gerçekten çok celâdetli bir padişahtı. Ben yaveriyle görev icabı uzun zaman bir yerde kalmıştım. O, sultanın hâllerini bize anlatırken ‘Abdülhamid faytonda giderken faytonun sağında ve solunda bulunanlar neredeyse nefes almaya bile korkarlardı’ derdi. Efendim Allah ona rahmet eylesin, Abdülhamid Han evliyaullahtan bir zattı. İşte ben durumumu anlatmak için bizzat o celâdetli ve haşmetli padişahın huzuruna çıktım ve:
“Hünkârım, sizden istifamın kabulünü rica edeceğim, durumum ise böyleyken böyle” diyerek istifa sebebimi anlattım. Bunun üzerine bir müddet derin derin düşündü. Yüzündeki ifadeden istifa etmemi istemediğini anlıyordum. Ben bunu sezince istifa konusunda biraz daha ısrarcı oldum. Abdülhamid Han cennet mekan, benim böyle ısrar ettiğimi görünce, bakışlarını bana çevirip, öfkeli bir tavırla ve sanki beni elinin tersiyle iter gibi hareket yaparak, “Haydi seni istifa ettirdik!” dedi. Tabiî ben istifamın kabul edilmesi sebebiyle çok sevindim. Ve hiç vakit kaybetmeden memleketime dönüp işlerimin başına geçtim. Derken bir gece müthiş bir rüya gördüm. “Âlemi mânada, bütün ordular bir araya toplanmış teftiş ediliyordu. Son savaşı vermek üzere, memleketin şarkında ve garbında savaşan tüm orduları bizzat Peygamber Efendimiz teftiş ediyordu.
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Yıldız Sarayı’nın önünde duruyor, bütün Türk ordusu Efendimizin huzurundan geçerek büyük bir disiplin içerisinde teftiş veriyordu. O esnada orada Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de vardı. Sultan Abdülhamid Han cennet mekân ise, edebi hürmetle, kemerbestei ubûdiyetle Kâinatın Efendisi’nin hemen arkasında duruyordu. Bütün ordular huzurdan tek tek geçiyordu. Derken sıra, benim istifa etmeden önce komutam altında bulunan birliğe geldi. Fakat birliğin başında kumandanı olmadığı için askerler darma dağınıktı.
Bu hâli gören Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdülhamid’e dönüp:
“Ey Abdülhamid! Bu ordunun kumandanı nerde?!” buyurdu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, mahcup bir hâlde başını önüne eğmiş olarak, hürmeti edeple Efendimize:
“Ya Resûlallah! Bu ordunun kumandanı istifa etti. Bu konuda çok ısrar ettiği için biz de onu istifa ettirdik..” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm “Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik.” buyurdu.
Söyle şimdi, ben ağlamayayım da kim ağlasın....!
Mehmet Akif Ersoy 

24 Nisan 2012 Salı

Dostların dikkatine...

Siz Kahvenin Tadını Alanlardan mısınız? 
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski universitelerindeki profesorlerini ziyaret icin biraraya gelirler 
Sohbet, sonunda işin ve hayatin stresinden şikayetlenmeye döner 
Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesor mutfaga gider ve yaninda buyuk bir termos icinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak uzere degişik tarzda ve ucuz gorunenden, pahali ve hatta cok ozel olanlarina kadar degişik kahve bardaklari ile gelir 
Herkes bir bardak seçince, profesör söyle söyler: 
'Farkettiyseniz, tum pahali gorunen bardaklar alindi ve geriye ucuz gorunumlu, sade bardaklar kaldi 
Kendiniz icin en iyi olani istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynagi aslinda 
Emin olun ki, bardagin kendisi kahvenin kalitesine hic bir sey katmaz 
Coğu zaman, sadece daha pahalidir ve hatta bazi durumlarda da içtigimizi saklar 
Hepinizin aslinda istedigi kahveydi, bardak degil, ama bilincli olarak en iyi bardaklara yoneldiniz ve sonra birbirinizin 
bardagina bakmaya basladiniz 
Şunu bir duşünün: 
Hayat kahvedir İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar 
Onlar hayati tutmak icin sadece araclardir ve sectigimiz bardak yasadigimiz hayatin kalitesini belirlemedigi gibi degistirmez de 
Bazen sadece bardaga odaklanarak insan' ın sundugu kahvenin tadini cikarmayi unuturuz Kahvenizin tadina varin! 
En mutlu insanlar her seyin en iyisine sahip degildirler Sadece her seyin en iyi sekilde tadini cikartirlar 
Basit yasayin Cömertçe sevin ..
Birbirinize derinden itina gosterin Nazik olun ..

22 Mart 2012 Perşembe

Esmaul Husna

Allah,
er-Rahmân,
er-Rahîm,

el-Melik,
el-Kuddûs,
es-Selâm,

el-Mü'min,
el-Müheymin,
el-Azîz,
el-Cebbâr,
el-Mütekebbir,
el-Hâlık,
el-Bâri',
el-Musavvir,
el-Gaffâr,
el-Kahhâr,
el-Vehhâb,
er-Rezzâk,
el-Fettâh,
el-Alîm,
el-Kâbıd,
el-Bâsıt,
el-Hâfıd,
er-Râfi,
el-Muiz,
el-Müzill,
es-Semi',
el-Basîr,
el-Hakem,
el-Adl,
el-Lâtîf,
el-Habîr,
el-Halîm,
el-Azîm,
el-Gafûr,
eş-Şekûr,
el-Aliyy,
el-Kebîr,
el-Hafîz,
el-Mukît,
el-Hasîb,
el-Celîl,
el-Kerîm,
er-Rakîb,
el-Mücîb,
el-Vâsi',
el-Hakîm,
el-Vedûd,
el-Mecîd,
el-Bâis,
eş-Şehîd,
el-Hakk,
el-Vekîl,
el-Kaviyy,
el-Metîn,
el-Veliyy,
el-Hamîd,
el-Muhsî,
el-Mübdî,
el-Muîd,
el-Muhyî,
el-Mümît,
el-Hayy,
el-Kayyûm,
el-Vâcid,
el-Mâcid,
el-Vâhid,
es-Samed,
el-Kâdir,
el-Muktedir,
el-Mukaddim
, el-Muahhir,
el-Evvel,
el-Âhir,
ez-Zâhir,
el-Bâtın,
el-Vâli,
el-Müteâlî,
el-Berr,
et-Tevvâb,
el-Müntakim,
el-Afüvv,
er-Raûf,
Mâlikü'l-Mülk,
Zü'l-Celâli ve'l-İkrâm,
el-Muksit,
el-Câmi',
el-Ganiyy,
el-Muğni,
el-Mâni',
ed-Dârr,
en-Nâfi',
en-Nûr,
el-Hâdi,
el-Bedî',
el-Bâkî,
el-Vâris,
er-Reşîd,
es-Sabûr.

17 Mart 2012 Cumartesi

Dost

Bir DOstu Olmalı İnsanın

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... 
Nereden çıktın bu vakitte” dememeli, 
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; 
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,
Mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında;
Sen her daim onun orada olduğunu hissetmelisin
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kollarıyla,
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin.
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında da yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli âlem içinde, baş başayken sövmeli.
Ve sen, öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de sövdüğünde de
Bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının,
Günahlarının yegâne sahibi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş,
Göz bebekleri bulutlandığında, fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış,
İki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
Parkurun bütün zorluklarına rağmen,
"Dostluğumuzu koruyabildik,
Acıları birlikte göğüsledik ya
Yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda,
Küçücük bir kâğıda yazdığımız
Kısa ama ümitvarî bir yazıyı
Yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
Birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz.
"Bunu da aşacağız! Bir Dost"

Can DÜNDAR

3 Şubat 2012 Cuma

Efendim-Sultanım

“Ey Sevgili! En Sevgili! Aşkımın tahtına oturan, naz makamının efendisi... Dünya insanının Sana muhtaç anları, nisan sabahlarıydı. Senin olmadığın iklimlerin yağmurları bulanıktı. Ötelerden bir rahmet düşmüyor, gönül yamaçları baharı bilmiyordu. Kâinata teşrifinle gönüller, cennet yamaçlarının rengini aldı ve hayat çeşmesinin ufukları damla damla görünmeye başladı.

Ne büyük şerefti Seni bilmek... Seni bize bildiren Rabb’e şükürler olsun... Adını, konuşmaya başladığımız zaman öğrendik. İlk ezberlediğimiz, belki Senin ismindi... Gönül heybemde gözyaşlarım, yürek tezgâhımda işlenen sancılarım ve Senden dilendiğim şefaatin var dilimde. İçim, en derin yerinde sızlıyor. Öyle bir sızı ki sese versem, kim bilir deli divane derler. Varsın kimse duymasın hıçkırışımı... Bu hicranımı Sana ulaştırmak istiyorum ben...

Ey kendisine yollanan selamları işiten vefalı dost! Sana ümmet olmak için Seni sevmek yeterse eğer, işte ben seviyorum. Elbette seviyorum. Mutlaka seveceğim. Nasıl sevmem? Kalbimin bütün zincirleriyle nasıl bağlanmam sana? Kimler Seni ölesiye sevmedi ki Ya Resulallah? Hz. Bilâl’e kızgın kumlar üzerine dayanma gücü veren, Sana olan bağlılığı ve sevgisi değil miydi? Hz. Ebubekir’e, “Anam babam Sana feda olsun Ya Resulallah!” dedirten bu sevgi değil miydi?.. Kendisini bıraktığını düşünüp Hz. Musab, Sana olan sevgisi yüzünden Cenab–ı Hakk tarafından şehadet mertebesiyle ödüllendirilmemiş miydi? Nasıl sevmem? Elbette seviyorum ve seveceğim. Bir ömür boyu.”





 Karşıyaka İmam Hatip Lisesi 1. sınıf öğrencisi Kamer Özdemir

25 Ocak 2012 Çarşamba

Tuzlu Kahve

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O Gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...
“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

“Bana biraz Tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama Tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.
Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin Tuzlu Suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...
O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.
İlk buluştuğumuz Günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...

Seni Özlemek

Seni ilk gördüğüm gün başka kim varsa silinip gitti hayatımdan. Tatlı anılar bir yana hangi olay varsa zihnimden silindi. Yepyeni tertemiz bir başlangıçtı bu. Çıplağımkarşında arınmış durumdayım. Yaşamın iki yüzlülüğünüyalancılığını ihanetlerini kalleşliklerini soyunup karşına en saf en yalın benliğimle çıktım.

Sana ait olanı yaşamak istiyorum ben. Aşksa aşk sevinçse sevinç hüzünse hüzün acıysa acı. Senden gelen hiçbir şey korkutmuyor beni. Sen yanımda olduktan sonra her şeye dayanabileceğimi biliyorum. Gözlerindeki derin uçurumlarda bir dağcı edasıyla gezinmek mutlu ediyor beni. Seni her gün yeniden keşfediyorum. Bu keşifte yolumu kaybetmeme imkan yok. Pusulamda rehberimde sensin. Karanlık yollarda ışığımda sensin.

Demet demet çiçek oluyorsun. Ben o çiçek tarlasının acemi bahçıvanı birini koklasam diğerinin hatırı kalır diye üzülüyorum. Neyse ki her gün yeniden açıyorsun. Ve ben o renk renk çiçekleri bir daha koklama şansına sahip oluyorum.

Ne desem de sevda mı anlatsam diye düşünüyorum. Bu güne kadar söylenmiş en güzel sevda sözcükleri bile sana duyduğum aşkı ifade edemeyecek diye korkuyorum. Dünyanın bütün dilleriyle “Seni Seviyorum” desem yetmeyecek biliyorum.

Nereye gidersem gideyim yanımda götürüyorum seni. Hiç yalnız değilim bu yüzden.Ne gecelerim sensiz geçiyor ne gündüzlerim. Yaptığım her şeyde attığım her adımda mutlaka sen de varsın.

Özlemek aşkın yaramaz çocuğu. Ben o çocuğu bile uslandırdım artık. Özlenen sensin çünkü.
Sen benim için bu dünyada özlenmeye değer tek şeysin. Karşıma nasıl çıktığının önemi yok.Biz buna hayatın sürprizi diyelim.

Hani bir piyango bileti alır cüzdanında unutursun da haftalar sonra hatırlayıp listeye baktığında ikramiye kazandığını görür sevinirsin ya…
İşte Sen Benim Hayatımın Büyük İkramiyesisin !


Özdemir Asaf