6 Eylül 2011 Salı

SPOR AYAKKABI (alıntı)

Ne çok sevinmişti ekmek parası için gittiği gurbetteki babası ona bir çift ayakkabı gönderdiğinde. Dünyalar onun olmuştu sanki. Babası bir sabah o uyurken gelse yavaşça yanına girse onu kollarına alsa uyandığında ona gülümsese ancak bu kadar sevinebilirdi herhalde. Beyaz spor bir ayakkabı idi üstünde iki cırt cırt vardı. Altları siyah biraz da yüksekti. Çelimsiz ve ufacık olan boyunu biraz da yüksek gösterecekti bu ayakkabılar. Bayramda giyersin demişti annesi ve kaldırmıştı sandığa beyaz spor ayakkabılarını. Daha iki ay vardı bayrama. Bu bayram daha güzel daha mutlu olacaktı. Başka bir heyecanla bekledi günlerin geçmesini. Beklenen gün gelip çatmıştı. En buruk, en mutlu günüydü onun. Buruktu babası bu bayramda gelememişti. Mutluydu onun gönderdiği beyaz ayakkabılarını giyecekti. O sabah ayakkabılarına sarılırken babasına sarılır gibi hissetti. Birkaç ay önce artırdığı üç beş kuruşla almıştı ne de olsa. Belki ayakkabıya, kardeşlerinin fanilasına, annesinin patiskasına verdiği paralar yüzünden gelememişti bu bayram. Tek başına gene gurbet elde kalmıştı. Bir önceki bayramdan kalma gömleğini ve pantolonunu çıkardı annesi özenle sakladığı yerden. Yer döşeğinin altına koyarak bir güzel ütü yaptı kendince. Kırışıklıkları düzeltti işten güçten kırışmış elleriyle. Ayakkabıları kadar olmasalar da fena durmamıştı üstünde. Zaten etrafındaki diğer çocukların ondan bir farkları yoktu. Hepsi de onun gibi fakir çocuklardı. Hatta onun diğerlerine göre bir artısı vardı; beyaz cırt cırtlı spor ayakkabıları. El öpmeye gittiği komşulardan kavrulmuş buğday, kavrulmuş nohut, üzüm, durumu biraz iyi olanlardan şeker toplamıştı epeyce. Hatta harçlık bile almıştı Almanya' da işçilik yapan, zor da olsa bu bayramda memleketine gelen komşudan. Ve bayramdan sonra gömleği ve pantolonu gibi ayakkabısı da kalkmıştı sandığa bir sonraki bayramda giyilmek üzere. Orta ikiye başlamıştı o sene. İki kilometre idi okulla ev arası her gün iki kilometre gel iki de git dört kilometre. Bazen kaçak bindiği belediye otobüsünden yarı yolda indirirdi fark eden muavin. En sevdiği ders Türkçe ve en sevdiği öğretmen de Türkçe öğretmeniydi. Okulda sadece okul birincisi olan arkadaşının ve onun Türkçe dersi 10 idi. O yıl beden eğitimi dersinde spor ayakkabısı giymek zorunlu idi. Hocası tutturmuştu illa spor ayakkabı ile geleceksiniz diye. Ne bilsindi onun ve diğer arkadaşlarının spor ayakkabıyı sadece bayramlarda giydiğini. Okul servisi ile sabah şehirden gelir, akşam gene aynı servisle geri dönerdi. Daha bir gün bile gitmemişti spor ayakkabı istediği arkadaşlarının köyüne. Mecburen giydi bayramlık ve baba yadigarı beyaz spor ayakkabılarını. Ama dayanamayacaklarını biliyordu günde dört kilometre yol yürü ondan sonra da iki saat spor yap. Bir gün cız etti yüreği yanlardan patlak vermişti ayakkabılar. Her ikisinin de iki tarafı patlamıştı. Arka taraftan yırtık çoraptan görünen topukları ön taraftan ayak baş parmağı görünüyordu. Ama mecburdu beden eğitimi öğretmeni spor ayakkabıyı mecbur kılmıştı. Başka çaresi yoktu, alternatifi ise hiç yoktu. Günlerden Cuma idi gene iki saat yırtık beyaz ayakkabısı ile beden eğitimi dersi yapmış. Üstünü başını değiştirmek için sınıfına gitmişti. Diğer arkadaşları aşağı inmiş bayrak töreni için toplanmışlardı. Öğretmenler yerlerini almışlar. Geride kalan üç beş kişinin de toplanmasını bekliyorlardı. Üstünü başını değiştirdi koşar adım arkadaşlarının yanına inmeye başladı. Merdivenlerin başına geldiğinde omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Geriye dönüp baktığında en sevdiği Türkçe öğretmeni karşısındaydı. Öğretmeni yavaşça kulağına eğildi kısık bir sesle - Ayakkabı numaran kaç? Dedi Beyninden vurulmuştu sanki başı döndü sendeledi. Kısık ve cılız bir sesle - Benim ayakkabıya ihtiyacım yok hocam dedi. Altı kalkmış her tarafı patlamış beyaz spor ayakkabısı ile geri döndü koşarak sınıfına çıktı. Ağladı… Ağladı… Ağladı… YUSUF DEMİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder