27 Nisan 2012 Cuma

Ağlayan yaşlı zat

Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Sultanahmet Camii’ne her gittiğinde orada iki gözü iki çeşme ağlayan yaşlı bir zata rastlamaktabundan çok etkilenmiş, bu yaşlı zatla aralarında geçen konuşmayı bizlere şöyle nakletmiştir:
Sabah namazlarını kılmak için Sultan Ahmet Camii’ne gidiyorum. Her sabah ne kadar erken gidersem gideyim, mihrabın bir kenarına oturmuş olan, saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adamı, ümitsizce bedbin bir şekilde durmadan ağlarken görüyorum.
O kadar ağlıyor ki, ağlamadığı tek bir dakikaya rastlayamadım. Bunun sebebini çok merak ediyordum. Nihayet bir gün o yaşlı zatın yanına sokuldum ve ‘Muhterem’ dedim,
“Niye bu kadar ağlıyorsun? Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu?” Yaşlı gözlerle bana baktı ve:
“Beni konuşturma! Neredeyse kalbim duracak,” dedi. Ben anlatması için çok ısrar edince başından geçen olayı ağlaya ağlaya şöyle anlattı:
“Efendim, ben Abdülhamid Han cennet mekânın devrinde orduda bir binbaşıydım. Emrim altında olan bir birliğim vardı. Bu askerî görevime annemin ve babamın vefatına kadar devam ettim. Fakat onlar vefat edince istifa etmek istedim. Çünkü bir hayli servetimiz vardı. Bu mal ve mülkün başında durmak, onların çarçur olmaması için gerektiği şekilde ilgilenmek gayesiyle, bir istifa dilekçesi yazıp Sadâret makamına gönderdim. Dilekçemde dedim ki: “Annem de babam da vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibarıyla bunlarla ilgilenecek, ticarî işlerin yürümesi için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet kabul buyurulursa, görevimden istifa etmek istiyorum.”
Bu dilekçeyi yazdıktan bir müddet sonra, doğrudan doğruya hünkârdan bana bir yazı geldi. Heyecanla gelen mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Öyle anlaşılıyordu ki, istifa dilekçem bizzat padişaha gönderilmişti. Ben istifa dilekçemi yenileyip, bir daha verdim. Fakat bana yine aynı cevap geldi. Bunun üzerine bizzat sultanın huzuruna çıkıp, kendisiyle şifâhî olarak görüşüp istifamı vereyim diye düşündüm. Abdülhamid Han gerçekten çok celâdetli bir padişahtı. Ben yaveriyle görev icabı uzun zaman bir yerde kalmıştım. O, sultanın hâllerini bize anlatırken ‘Abdülhamid faytonda giderken faytonun sağında ve solunda bulunanlar neredeyse nefes almaya bile korkarlardı’ derdi. Efendim Allah ona rahmet eylesin, Abdülhamid Han evliyaullahtan bir zattı. İşte ben durumumu anlatmak için bizzat o celâdetli ve haşmetli padişahın huzuruna çıktım ve:
“Hünkârım, sizden istifamın kabulünü rica edeceğim, durumum ise böyleyken böyle” diyerek istifa sebebimi anlattım. Bunun üzerine bir müddet derin derin düşündü. Yüzündeki ifadeden istifa etmemi istemediğini anlıyordum. Ben bunu sezince istifa konusunda biraz daha ısrarcı oldum. Abdülhamid Han cennet mekan, benim böyle ısrar ettiğimi görünce, bakışlarını bana çevirip, öfkeli bir tavırla ve sanki beni elinin tersiyle iter gibi hareket yaparak, “Haydi seni istifa ettirdik!” dedi. Tabiî ben istifamın kabul edilmesi sebebiyle çok sevindim. Ve hiç vakit kaybetmeden memleketime dönüp işlerimin başına geçtim. Derken bir gece müthiş bir rüya gördüm. “Âlemi mânada, bütün ordular bir araya toplanmış teftiş ediliyordu. Son savaşı vermek üzere, memleketin şarkında ve garbında savaşan tüm orduları bizzat Peygamber Efendimiz teftiş ediyordu.
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Yıldız Sarayı’nın önünde duruyor, bütün Türk ordusu Efendimizin huzurundan geçerek büyük bir disiplin içerisinde teftiş veriyordu. O esnada orada Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de vardı. Sultan Abdülhamid Han cennet mekân ise, edebi hürmetle, kemerbestei ubûdiyetle Kâinatın Efendisi’nin hemen arkasında duruyordu. Bütün ordular huzurdan tek tek geçiyordu. Derken sıra, benim istifa etmeden önce komutam altında bulunan birliğe geldi. Fakat birliğin başında kumandanı olmadığı için askerler darma dağınıktı.
Bu hâli gören Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdülhamid’e dönüp:
“Ey Abdülhamid! Bu ordunun kumandanı nerde?!” buyurdu. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, mahcup bir hâlde başını önüne eğmiş olarak, hürmeti edeple Efendimize:
“Ya Resûlallah! Bu ordunun kumandanı istifa etti. Bu konuda çok ısrar ettiği için biz de onu istifa ettirdik..” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm “Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik.” buyurdu.
Söyle şimdi, ben ağlamayayım da kim ağlasın....!
Mehmet Akif Ersoy 

24 Nisan 2012 Salı

Dostların dikkatine...

Siz Kahvenin Tadını Alanlardan mısınız? 
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski universitelerindeki profesorlerini ziyaret icin biraraya gelirler 
Sohbet, sonunda işin ve hayatin stresinden şikayetlenmeye döner 
Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesor mutfaga gider ve yaninda buyuk bir termos icinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak uzere degişik tarzda ve ucuz gorunenden, pahali ve hatta cok ozel olanlarina kadar degişik kahve bardaklari ile gelir 
Herkes bir bardak seçince, profesör söyle söyler: 
'Farkettiyseniz, tum pahali gorunen bardaklar alindi ve geriye ucuz gorunumlu, sade bardaklar kaldi 
Kendiniz icin en iyi olani istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynagi aslinda 
Emin olun ki, bardagin kendisi kahvenin kalitesine hic bir sey katmaz 
Coğu zaman, sadece daha pahalidir ve hatta bazi durumlarda da içtigimizi saklar 
Hepinizin aslinda istedigi kahveydi, bardak degil, ama bilincli olarak en iyi bardaklara yoneldiniz ve sonra birbirinizin 
bardagina bakmaya basladiniz 
Şunu bir duşünün: 
Hayat kahvedir İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar 
Onlar hayati tutmak icin sadece araclardir ve sectigimiz bardak yasadigimiz hayatin kalitesini belirlemedigi gibi degistirmez de 
Bazen sadece bardaga odaklanarak insan' ın sundugu kahvenin tadini cikarmayi unuturuz Kahvenizin tadina varin! 
En mutlu insanlar her seyin en iyisine sahip degildirler Sadece her seyin en iyi sekilde tadini cikartirlar 
Basit yasayin Cömertçe sevin ..
Birbirinize derinden itina gosterin Nazik olun ..