3 Şubat 2012 Cuma

Efendim-Sultanım

“Ey Sevgili! En Sevgili! Aşkımın tahtına oturan, naz makamının efendisi... Dünya insanının Sana muhtaç anları, nisan sabahlarıydı. Senin olmadığın iklimlerin yağmurları bulanıktı. Ötelerden bir rahmet düşmüyor, gönül yamaçları baharı bilmiyordu. Kâinata teşrifinle gönüller, cennet yamaçlarının rengini aldı ve hayat çeşmesinin ufukları damla damla görünmeye başladı.

Ne büyük şerefti Seni bilmek... Seni bize bildiren Rabb’e şükürler olsun... Adını, konuşmaya başladığımız zaman öğrendik. İlk ezberlediğimiz, belki Senin ismindi... Gönül heybemde gözyaşlarım, yürek tezgâhımda işlenen sancılarım ve Senden dilendiğim şefaatin var dilimde. İçim, en derin yerinde sızlıyor. Öyle bir sızı ki sese versem, kim bilir deli divane derler. Varsın kimse duymasın hıçkırışımı... Bu hicranımı Sana ulaştırmak istiyorum ben...

Ey kendisine yollanan selamları işiten vefalı dost! Sana ümmet olmak için Seni sevmek yeterse eğer, işte ben seviyorum. Elbette seviyorum. Mutlaka seveceğim. Nasıl sevmem? Kalbimin bütün zincirleriyle nasıl bağlanmam sana? Kimler Seni ölesiye sevmedi ki Ya Resulallah? Hz. Bilâl’e kızgın kumlar üzerine dayanma gücü veren, Sana olan bağlılığı ve sevgisi değil miydi? Hz. Ebubekir’e, “Anam babam Sana feda olsun Ya Resulallah!” dedirten bu sevgi değil miydi?.. Kendisini bıraktığını düşünüp Hz. Musab, Sana olan sevgisi yüzünden Cenab–ı Hakk tarafından şehadet mertebesiyle ödüllendirilmemiş miydi? Nasıl sevmem? Elbette seviyorum ve seveceğim. Bir ömür boyu.”





 Karşıyaka İmam Hatip Lisesi 1. sınıf öğrencisi Kamer Özdemir