17 Ağustos 2011 Çarşamba

YURT ( alıntı)


Mahir Bey, Karadeniz'in şirin bir ilinden İstanbul'a gelmişti. Burada lüks semtlerden birinde oturuyordu. Muhafazakâr bir aileye mensup olmasına rağmen, mutluluk için tek anahtarın para olduğuna inanan, para kazandıkça mâneviyattan uzaklaşan, mâneviyattan uzaklaştıkça da dine tavır alan biriydi. Yakın çevresi onu mâneviyat ortamlarına davet ettiğinde, verdiği cevap genelde; "Geri kafalı bunlar, geri kafalı..." şeklinde olurdu.
Dinle ilgili konular, zamanla Mahir Bey'i oldukça rahatsız etmeye başladı. Konuşma içinde geçen "Allah" lâfzına bile tahammül edemez duruma geldi. Hele insanların dinî sohbet için bir araya gelmeleri veya hayır için yardım toplamaları onu iyice rahatsız ediyordu. Hayır işleri için yanına gelenlere; "Bırakın bunları kardeşim! Yapacak işiniz yok mu sizin?" derdi. Hattâ bir keresinde, memleketinde yapılacak bir yurt inşaatı için kendisinden yardım isteyen iş adamlarına etmediği hakaret kalmamıştı. Bununla da yetinmeyip, "Bunlar irtica yapıyorlar!" diyerek şikâyette bulunmuş ve hemşerilerini çok üzmüştü.
Tek çocuğu vardı Mahir Bey'in. Özel öğretmenler, özel okullar... Her şeyi özeldi Tuncay'ın. Belki de bu yüzden 'tatmin edilemeyen' bir genç olup çıkmıştı. Tuncay'ın 'takıldığı' arkadaşlar, gittiği mekânlar onu yavaş yavaş içinden çıkılmaz bir hâle sürüklüyordu. Çevresinden gelen uyarıların hiçbirini dikkate almıyordu. Mahir Bey bütün bunlardan haberdar olmakla birlikte, işin sonunu düşünmüyor, oğlunun durumunda kendince bir yanlışlık görmüyordu. Dostlarına ise, "Bu zamanda gençleri sıkmaya gelmez. Bırakın istedikleri gibi yaşasınlar. Biz görmedik diye, onlara da mı çektirelim?!..." diyordu.
Mahir Bey bir gün fabrikaya gittiğinde bir hemşerisini kendisini bekler buldu. "Mutlaka bir şey istemeye gelmiştir. Asalak herifler. Bir yapıştılar mı sonu gelmez. Bıktım bunlardan. Her gün bir yenisi." diye geçirdi içinden ve kaşlarını çatarak ofisine geçti.
Sekreteri:
- Efendim, bir beyefendi, hemşeriniz olduğunu söylüyor. 'Mutlaka görüşmem lazım.' diyor.
Mahir Bey peşin hükmün verdiği can sıkıntısıyla yüzünü buruşturarak, içeri almasını söyledi. Hemşerisi lafı uzatmadan:
- Tuncay, dedi.
Mahir Bey heyecanla:
- Ne Tuncay'ı? Bir şey mi oldu yoksa?!..
- Bizim oğlan dün gece Tuncay'ı uyuşturucu alırken görmüş. Haber vereyim, dedim.
Bu haber hayatının bütün tadını alıp götürmüştü Mahir Bey'in. "Ben ne yaptım ki bunlar başıma geldi? Bütün imkânları hazırladım onun için. Ne istediyse aldım. Neden? Neden?" diyerek isyan ediyordu.
O günden sonra oğlunu defalarca karşısına alıp konuşmayı denedi; ama olmadı. Tuncay, babasının sözüne kulak bile asmıyordu. Üstelik gittikçe daha da hırçınlaşıyordu. Tarifi imkânsız bir düşmanlıkla karşılıyordu babasının konuşmalarını. Mahir Bey buna bir mânâ veremiyordu.
Günlerce ne yapacağını düşündü. En meşhur psikologlara götürmeyi denedi; ama olmadı. Tuncay babasından gelen hiçbir teklife yanaşmıyordu.
İyice çaresiz kalan Mahir Bey'in aklına bir fikir geldi: Tuncay'ın dayısı Arif!
"Neden daha önce düşünmedim. Tuncay, Arif'i çok sever. Onu dinler." diye düşündü.
"Olmaz... Olmaz... Ben neler diyorum ya!" diye başını salladı sonra. Çünkü Arif Bey muhafazakâr biriydi. Mahir Bey bu yüzden onunla pek görüşmezdi. Ama şimdi sıkıntıda olan oğluydu. "Tuncay için her şeye katlanırım. Arif'e bile" diyerek Arif Bey'in yanına gitmeye karar verdi.
Arif Bey eniştesini büyük bir nezaketle karşıladı. İkramda bulundu, hürmet etti. Mahir Bey bir an önce konuya girmek ve içini dökmek istiyordu.
Oğlunun başına gelenleri tek tek anlattı. Çaresizliğini ilk defa bu kadar açıkça ifade ediyordu. Yeğeninin durumuna Arif Bey de çok şaşırmış ve üzülmüştü. Fakat ona göre bir çıkış yolu vardı:
Enişte, Tuncay buradaki ortamından mutlaka uzaklaşmalı. Çevresinde arkadaşları olduğu müddetçe, bizi dinlemesi çok zor. Memlekette tanıdığım çok güzel arkadaşların açtığı temiz, nezih bir yurt var. Nice genç tanıyorum ki, o yurda gidip geldikçe kötü alışkanlıklarını bırakıp güzel birer insan oldu. Benim teklifim de Tuncay'ı o arkadaşlarla tanıştırmak.
Bir süre, işin getirisini-götürüsünü konuştular. Karar verildi. Tuncay, dayısının yanına gelecekti.
Tuncay'ı çağırdılar. Dayısı yeğenini uzun uzun dinledi. Sonra konuyu açtı. Tuncay da sorular sordu, biraz direnir gibi oldu ve zaman istedi. Fakat dayısının gençlerin durumundan anlar hâli ve şefkati, ona güven vermişti. Dayısından herhangi bir baskı görmeyeceğini biliyordu. Yine de bir müddet düşünmek istediğini söyledi. Dayısı sabırlıydı.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra, bir gün Arif Bey Tuncay'dan telefon aldı.
Tuncay, okulunun kalan kısmını tamamlamak için, memlekete, dayısının yanına gelmeye karar verdiğini söylüyordu. Dayısının sözünü ettiği yurtta kalacaktı.
İlk aylarda alışmakta zorluk çekse de, sonraları yurt ortamını çok sevdi Tuncay. Burada hoşgörü, içtenlik, sevgi ve saygı vardı.
Bir yıl sonra...
Haziran ayının güzel bir İstanbul sabahında, Mahir Bey'in evinin kapısında, ellerinde hediyeler ve çiçeklerle bir genç göründü. Bu, Tuncay'dan başkası değildi.
Büyük bir edep ve hasretle anne ve babasının elini öptü. O bildik Tuncay gitmiş, yerine bir 'beyefendi' gelmişti. "Bu kadar kısa zamanda bütün bunlar mümkün mü?" diyerek içten içe hayret ediyordu Mahir Bey.
Uzun bir zamandan sonra, ilk defa o akşam birlikte yediler. Bütün aile sofradaydı. Herkesin ilk intibaı, yüksek sesle dile getirmeseler de, Tuncay'ın bir hayli değiştiği yönündeydi.
Aradan birkaç gün geçti. Tuncay'ın sabah kalktığında yatağını toplaması, yemekten önce ve sonra ellerini düzenli yıkaması, sofranın kurulmasına ve kaldırılmasına yardımcı olması gibi hususlar aileyi iyice hayrete düşürüyordu.
Mahir Bey, Arif Bey'i aradı:
- Kim bu insanlar? Onlarla tanışmak istiyorum.
- Tabii ki! En kısa zamanda seni buraya bekliyoruz.
İlk uçakta yer ayırttı Mahir Bey.
Memleketini özlemişti. Yolculuk boyunca geçmişin tatlı hatıralarına dalıp gitti Mahir Bey. Nihayet uçak doğduğu topraklara vardı. Memleketinin havası, suyu, dağları, taşları aynıydı. Sıcak ve kucaklayıcıydı.
Yurdu tepeden tırnağa inceledi. Müdür beyle tanıştığında oldukça şaşırdı. Zîrâ müdür, üniversite mezunu oldukça genç biriydi.
- Size oğlum için yaptıklarınızdan dolayı teşekkür etmek için gelmiştim, dedi mahcubiyetle.
- Efendim, buraları açan işadamlarımız var. Teşekkür edilecek birileri varsa onlardır. Bu yurt onların fedakârlığıyla açıldı. Akşam yönetim kurulu toplantımız var. Eğer sizin için de uygunsa, sizi bekliyoruz.
Mahir Bey: "Tamam!" diyerek yurttan ayrıldı.
Akşama kadar çocukluğunun geçtiği yerlerde dolaştı. Düşünme imkânı buldu. Akşam olduğunda içini bir huzur kaplamıştı. Uzun zamandır hissedemediği bir huzur...
Tekrar yurda döndü. Görevli belletmenin yardımıyla yönetim kurulunun toplandığı salona çıktı. Heyecanlıydı. Kendini toparladı ve içeriye girdi. "İrtica yapıyorlar!" diye şikâyet ettiği hemşerileri karşısındaydı. Yeni hizmetler yapabilme adına, şahsî hayatlarından fedakârlık yapan bu heyet, ne zaman biteceği belli olmayan bir toplantı için, hiçbir karşılık beklemeyen dertli yürekleriyle bir araya gelmişlerdi. Söyleyecek başka söz yoktu.
B. Turgay YALANIZ
(Sızıntı Dergisi Eylül 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder